hd porno porno hd porno porno

Dinimizde engellilerin yeri

3.834 okundu

Allah (c.c.) insanları aynı ÅŸekilde yaratmamıştır. Ä°nsanların çoÄŸu saÄŸlıklı bir ÅŸekilde dünyaya gelirken, bazıları da “engelli/özürlü” olarak doÄŸmaktadır. Bazı kimseler de saÄŸlıklı bir ÅŸekilde doÄŸmakla beraber, hayatının sonraki bir döneminde deÄŸiÅŸik sebeplerle, bu tür bir durumla karşılaÅŸmaktadır. Ä°nsanın temel fonksiyonlarını kısıtlayan veya olumsuz etkileyen, fizikî ve aklî pek çok kusur/engel çeÅŸidi vardır. Yapılan tespitlere göre, ülkemizdeki engelli oranı %12 civarındadır.1 Bu miktarın çokluÄŸu, üzerinde düşünülmesini ve araÅŸtırmalar yapılmasını gerektirmektedir.

engelli haklarıBu aynı zamanda sosyal ve hayatî ünitelerin engelli gerçeÄŸi dikkate alınarak dizayn edilmesinin zaruri olduÄŸunu göstermektedir. Ãœzerinde durulması gereken önemli bir husus da, engellilik hâli dinî tekliflere muhatap olmasına mâni olmayan kimselerin, dinlerini öğrenmeleri ve güçleri nispetince sorumluluklarını yerine getirmeleri yönünde çalışma yapılmasıdır. Engellilere yönelik, irÅŸat ve tebliÄŸ ekseninde geniÅŸ bir çalışma alanının varlığı âşikardır. Bu çerçevede, görme engelliler için baÅŸta Kur’ân öğretimi olmak üzere dinî bilgilerin verilebileceÄŸi öğretim metot ve araçlarının geliÅŸtirilmesi gerekmektedir. Yine, dinî ve sosyal mekanların mimarî tasarımları da buna göre düşünülmelidir. Günümüzde engellilerin eÄŸitimiyle ilgili gelinen nokta önemlidir. Mevcut imkanlardan/metotlardan din eÄŸitimi ve öğretimi adına daha fazla yararlanılabilir.

Engellilik hali, insanın temel fonksiyonları açısından eksiklik olsa da, insanî yönden bir kusur deÄŸildir. Erzurumlu Ä°brahim Hakkı’nın “Harâbât ehline hor bakma şâkir / Defineye mâlik virâneler var” ÅŸiirinde ifade ettiÄŸi gibi, dış görünüşü itibariyle önemsenmeyen veya engelli pek çok kimse, zengin ve diri bir gönül yapısıyla Allah katında çok deÄŸerli olabilir. Hatta diÄŸer insanlar, bu gibi kimselerin hürmetine bir kısım sıkıntılara maruz kalmaktan korunmuÅŸ bile olabilirler. “Åžayet Allah’tan korkan gençleriniz, can taşıyan hayvanlarınız ve beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı belâlar üzerinize sel gibi yaÄŸacaktı” (Aclûnî, KeÅŸfu’l-hafâ, 2/212) hadisinde de ifade edildiÄŸi gibi, acziyet, ilahî rahmet ve merhamete bir vesiledir. GeçmiÅŸ milletler arasında, özellikle zihinsel engellileri ÅŸeytan ve cinlerin musallat olduÄŸu kimseler olarak görenler ve bu sebeple ateÅŸe atıp yakanlar olmuÅŸtur. Ä°slâm, bu ve benzeri insanlık dışı her türlü hareketi yasaklamış ve hiçbir ÅŸahsın yaÅŸama hakkının engellenemeyeceÄŸini belirtmiÅŸtir.

Bu dünya bir imtihan yeridir
Ä°nsan bu dünyaya ebedî bir saadeti kazanma hedefiyle gönderilmiÅŸtir. Ä°mtihan yeri olması itibariyle bu dünyada her ÅŸey, hikmet perdesi altında cereyan etmektedir. Bu âlemde acıyla tatlı, iyiyle kötü, hayırla ÅŸer iç içedir. Bu dünyada insanın sahip olduÄŸu veya olamadığı her ÅŸey bir imtihan vesilesidir. Fizikî güzellik bir imtihan vesilesi olduÄŸu gibi, güzel konuÅŸmak, güzel yazmak gibi kabiliyetler de insana imtihan için verilmiÅŸtir. Zenginlik ve fakirliÄŸi de aynı ÅŸekilde deÄŸerlendirebiliriz. Bu bakış açısına göre, zengin ve güzel olan mutlaka üstün olmadığı gibi, fakir veya bazı uzuvlarını kaybetmiÅŸ olan bir kimse de deÄŸersiz deÄŸildir. Zaten Kur’ân’da “Sizin en deÄŸerliniz takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurât sûresi, 49/13) buyrularak üstünlük takvaya baÄŸlanmıştır. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de, “Allah sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat, kalblerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr 34) buyurarak, Allah’ın insanlara muamelesinin kalb ibresine göre cereyan ettiÄŸine/edeceÄŸine iÅŸaret etmiÅŸtir.

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.” (Bakara sûresi, 2/155) âyeti de bu dünyada imtihanın bir realite olduÄŸunu hatırlatmakta ve imtihan çeÅŸitlerine iÅŸaret etmektedir. Âyette bahsedilen “canlardan eksiltme” ifadesine engelli insanların da dahil olduÄŸunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla, engellilik hâli de insanların sabretmesi gereken bir imtihan çeÅŸididir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in haber verdiÄŸine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuÅŸtur: “Ben kulumu -iki gözünü kast ederek- iki sevgilisini almakla imtihan ettiÄŸimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona Cennet’i veririm.” (Buhârî, Merdâ, 7) Allah’tan bela, musibet ve sıkıntı istenmez. Ancak Ä°lâhî takdirin bir tecellisi olarak baÅŸa gelen her türlü sıkıntıya da güzelce sabretmek bir mü’min tavrıdır. Kalbi imanla oturaklaÅŸmış her mü’min bilir ki, kâinatta hikmetsiz bir hareket ve iÅŸ yoktur. Ä°brahim Hakkı Hazretleri’nin “Her iÅŸte hikmeti vardır / Abes fiil iÅŸlemez Allah” beytinde de ifade edildiÄŸi gibi, her iÅŸ ve oluÅŸun bir hikmet yönü vardır. Ä°nsanın başına gelen her türlü musibet, Peygamberimiz’in “Mü’min bir kiÅŸiye bir aÄŸrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü isabet etse, hatta ayağına bir diken batsa bile, bunlar mü’minin bir kısım günahlarına keffaret olur.” (Müslim, Birr 52) hadisinde ifade buyurduÄŸu gibi, sabır ve rızayla karşılanması durumunda manevî bir kazanç kapısına dönüşmektedir.

Peygamberimiz’in Engellilere Davranışı
Her toplumda olduÄŸu gibi Peygamberimiz döneminde de engelli kimseler bulunmaktaydı. Bu dönemdeki engelli sayısını tam olarak bilememekle birlikte, günümüzdeki oranları dikkate alırsak azımsanmayacak miktarda olduÄŸu söylenebilir. Özellikle görme ya da bedenî bir özrü bulunan sahabe arasında isimleri Müslümanların çoÄŸu tarafından bilinen, Abdurrahman b. Avf, Amr b. Cemuh, Muaz b. Cebel, Amr b. Tufeyl, Habbab b. Eret, Imran b. Husayn, Abdullah b. Ãœmmü Mektum gibi sahabenin meÅŸhurlarının olması da bu kanaati desteklemektedir. Bunlar arasında otuz yıl kronik bir rahatsızlıktan dolayı yataktan kalkamayan ama halinden ÅŸikayet etmeyen Ä°mran b. Husayn gibi sahabîler olduÄŸu gibi, Efendimiz’in (s.a.s.) ahirete irtihalinden sonra bir gözünü kaybetmiÅŸ Abdullah b. Mes’ud ve Ebû Süfyan gibi sahabîler de vardır.2 Bu arada ortopedik özürlü sahabîlerin çoÄŸunun savaÅŸlarda aldıkları ok ve kılıç darbeleriyle bu hâle geldikleri unutulmamalıdır. Yine dikkatlerden kaçmaması gereken bir husus da, engelli sahabîlerin kimler olduÄŸunu düşündüğümüzde aklımıza pek fazla bir ismin gelmeyiÅŸidir. Bu durum bize sahabenin Allah’tan gelen her ÅŸeyi rıza ile karşılayıp, herhangi bir isyan tavrı sergilemeden Ä°slâm’a hizmet etmeye ve toplum içinde faydalı bir unsur olmaya çalıştıklarını göstermektedir. Mesela, Muaz b. Cebel’in ayağındaki sakatlığın pek çok kimse tarafından bilinmediÄŸini söyleyebiliriz. Oysa Hz. Muaz, Efendimiz (s.a.s.) tarafından o günün ÅŸartlarında oldukça uzak sayılabilecek olan Yemen’e gönderilmiÅŸ ve dine hizmet etmekten bir an geriye kalmamıştır.

Peygamberimiz (s.a.s.), engelli sahabîlere hususi ilgi ve ÅŸefkat göstermiÅŸ ve onları toplumun faydalı bir unsuru haline getirmiÅŸtir. Meselâ, Bilal-i Habeşî ile birlikte Hz. Peygamber’in (s.a.s.) müezzinliÄŸini de yapmış olan Abdullah b. Ãœmmi Mektûm âmâ oluÅŸu yanında evinin mescide uzaklığını ve kendisini mescide götürecek kimsesinin bulunmayışını da mazeret göstererek, namazı evinde kılabilmek için Allah Resûlü’nden (s.a.s.) müsaade istemiÅŸti. Resûlullâh ise: “– Sen namaz için ezân okunduÄŸunu iÅŸitiyor musun?” diye sordu. O, “Evet.” cevabını verince, Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “– O halde dâvete icâbet et, cemâate gel” buyurdu. (Müslim, Mesâcid 255; Ebu Dâvûd, Salât 46) Bu rivâyet, cemaatle namazın ne derece önemli olduÄŸunu göstermekle birlikte, Peygamberimiz’in âmâ bir zatı toplumdan tecrit etmeyerek onu cemaat içinde bulunmaya teÅŸviki de bilhassa dikkat çekicidir. Bu hadiseden, Ä°slâm’ın görme özürlü kimselere cemaate devam hususunda ruhsat tanımadığı sonucu da çıkarılmamalıdır. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz, görme engelli bir sahâbî olan Ä°tban b. Mâlik’e evinde imamlık yapmaya müsaade etmiÅŸtir. Bu hususta Abdullah b. Ãœmmi Mektum’un sahabenin ileri gelenleri arasında bulunması, ilk Müslümanlardan olması, müezzinlik yapması gibi özelliklerinden dolayı cemaat arasında bulunmasının önemli olması hususu göz ardı edilmemelidir. Çünkü o, engelli sahabîler arasında âdeta sembol bir isim durumundadır. Onun ısrarla toplum içerisinde aktif olarak bulunması kendisinden sonra gelen benzeri kimselere müspet örnek teÅŸkil edecektir. Bunun yanında Hz. Peygamber (aleyhi ekmelüttehâyâ) deÄŸiÅŸik vesilelerle Medîne dışına çıktığı zaman, Abdullah b. Ãœmmi Mektûm’u yerine cemaate namaz kıldırması için vekil olarak bırakmıştır. Bu görevin kendisine on üç defa verildiÄŸi nakledilmektedir.3

Ayrıca, Efendimiz’in (s.a.s.) bazı bedenî kusurları olan ve çölde yaÅŸayan Zâhir isminde bir sahabîsi vardı. Zâhir, bâdiyede (sahra) bulunan güzel meyve ve çiçeklerden getirip Resûlullah’a (s.a.s.) hediye ederdi. Resûlullah da ÅŸehrin güzel ve hoÅŸ ÅŸeylerinden ona hediye verirdi. Bundan dolayı Resûl-i Ekrem Efendimiz onun hakkında şöyle demiÅŸtir: “Zâhir bizim bâdiyemiz, biz de onun ÅŸehriyiz.”4

Bir defasında Zâhir, Medine pazarında çölden getirdiÄŸi bazı ÅŸeyleri satarken Peygamberimiz ona arkadan yaklaşır ve ÅŸaka yapmak maksadıyla gözlerini kapatarak şöyle der: “Bir kölem var, satıyorum. Onu benden kim alır?” Zâhir, “Ey Allah’ın elçisi, beÅŸ para etmez bir sakat köleyi kim satır alır?” deyince ÅŸaka bu andan itibaren biter. Peygamberimiz bütün ciddiyetiyle şöyle der: “Ya Zâhir, and olsun ki sen Allah katında deÄŸersiz deÄŸilsin (tam aksine çok deÄŸerlisin).5

Dinimizde engelli kimselerin yapamayacağı iÅŸler kendilerine teklif edilmemiÅŸtir. Mesela onların savaÅŸlara iÅŸtirak etmesi istenmemiÅŸtir. Nitekim: “Mü’minlerden oturanlarla, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz.” (Mâide sûresi, 4/95) âyeti vahyedildiÄŸinde Ä°bn Ãœmmü Mektûm Peygamberimiz’e gelerek âmâ oluÅŸu dolayısıyla cihada güç yetiremeyeceÄŸini belirtmiÅŸ, ardından mezkur ayetin “özürsüz olarak yerlerinde oturanlar” (Mâide sûresi, 4/95) kısmı nazil olarak onun gibi kimselerin özrü geçerli kabul edilmiÅŸti.6

Allah Resûlü engelli kimseleri savaÅŸa katılmaktan muaf tutmuÅŸ, ancak bu hususta özellikle ısrar edenlere de müsamaha göstermiÅŸtir. Mesela Ensar’dan Seleme oÄŸullarının lideri Amr bin Cemûh topaldı. Bedir savaşına katılmak istedi. Ancak Hz. Peygamber ona müsaade etmedi. Daha sonra Uhud savaşına katılmak istedi. OÄŸulları:

– “Allah seni mazur kılmıştır.” diyerek engel olmaya çalıştılar. Bunun üzerine Amr, Peygamberimiz’e baÅŸvurdu. Peygamberimiz de ona mazereti bulunduÄŸunu, bu sebepten savaÅŸla mükellef olmadığını bildirdi. Ancak Amr’ın ısrarı üzerine, Efendimiz (s.a.s.) oÄŸullarına hitaben:

“- Artık babanızı savaÅŸtan men etmeyiniz. Umulur ki Allah ona ÅŸehadet nasib eder.” buyurdu.

Uhud harbine iÅŸtirak eden bu heyecanlı sahabî, cihad esnasında “Vallahi ben cenneti özlüyorum.” demiÅŸ, neticede kendisini korumaya çalışan bir oÄŸlu ile birlikte bu savaÅŸta ÅŸehit düşmüştür.7

Bu misallerden de anlaşıldığı üzere, Efendimiz görme ya da fizikî bir engeli bulunan sahabîlerle hep içli dışlı olmuş, onlarla yakından ilgilenmiş ve yapabilecekleri vazifeler için zemin hazırlamıştır.

Engellilere nasıl davranılmalıdır?
Toplumun içinde engelliler olduÄŸu gibi bazı kimselerin yakınları arasında da deÄŸiÅŸik seviyede engelliler bulunabilir. Toplum olarak engellilere Peygamberimiz’in ahlakını örnek alarak sevgi, ilgi ve ÅŸefkatle davranmak esas olmalıdır. Yine Peygamberimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tavsiyesi istikametinde, rahatsız edecek bir ÅŸekilde engelli kimselere uzun süre bakmamak gerekir. Zîrâ Peygamberimiz, “Cüzzamlılara uzun süre bakmayın.”8 buyurmaktadır. Peygamberimiz’in bu sözü, cüzzamlı kimselere, dolayısıyla bedenî bir kusuru bulunan kimselere rahatsız edecek ÅŸekilde bakılmaması gerektiÄŸini göstermektedir.

Peygamber Efendimiz, engelli kimselere yapılacak her türlü iyilik ve yardımı sadaka olarak deÄŸerlendirerek şöyle buyurmaktadır: “Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir ÅŸekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin imdadına koÅŸman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuÅŸmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka çeÅŸitlerindendir…” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/168-169)

Yakınları arasında hasta veya engelli olan kimselere de önemli vazifeler düşmektedir. Ä°lgi ve bakım gereken hasta ve engelliler sabretmeleri durumunda kendileri için hayır kapısına sahip oldukları gibi, yakınları için de sevap kazanma vesilesi olmaktadırlar. BilindiÄŸi gibi hasta ziyareti sünnettir. Ziyaret sırasında hastayı rahatlatmak ve gönlünü hoÅŸ tutmak ziyaret âdâbındandır. Hasta ziyaretini teÅŸvik eden ve bunu Müslüman’ın, Müslüman üzerindeki haklarından biri sayan dinimiz, hasta bir kimseye hizmet etmeyi elbette daha üstün tutacaktır.

Özellikle hasta ve engelliler akrabalardan birisi ise, hususan anne ve baba ise onlara hizmet çok önemli ve faziletlidir. Zîrâ normal zamanlarda Cenneti ve Allah’ın rızasını kazanmanın en büyük vesilelerinden olan anne babaya, ağır hastalık veya bir engellilikten dolayı hizmet etmenin ne kadar önemli ve faziletli olacağı izahtan vârestedir.

Engellilik her zaman anne veya babada olmaz. Günümüzde özellikle engelli bir çocuğa bakmak durumunda olan fedakâr aileler bulunmaktadır. Şu bilinmelidir ki, bütün engelliler diğer insanların sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerin tamamına sahiptirler. Bu hak şu veya bu şekilde, doğumdan önce veya sonra iptal edilemez. İnsan bu dünyaya âhireti kazanmaya gelmiştir. Bu durumdaki kimseler, zor da olsa sabır ve rıza göstermeli ve sevap kazanmayı tercih etmelidirler. Zîrâ isyan etmek insanın iki kez kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Burada ÅŸu hususun da belirtilmesinde fayda vardır. Günümüzde teknolojik imkanlar sayesinde bazı fizikî ve zihnî engeller anne karnında iken tespit edilebilmektedir. Fizikî engellerin tespiti daha kolay olmakla birlikte, zihnî engeller genellikle muhtemel bir durum olarak ifade edilmektedir. Ne yazık ki, bazı kimseler de engelli bir çocuÄŸa sahip olmamak için kürtaj yolunu tercih edebilmektedirler. Halbuki, fıkıh âlimlerinin çoÄŸuna göre annenin hayatını kurtarma gibi kesin bir tıbbî zaruret olmaksızın çocuk düşürmek ve aldırmak câiz deÄŸildir.9 Bu açıdan bir çocuÄŸun engelli olacağı kesin olarak tespit edilse bile kürtaj yapılarak alınması caiz olmaz.10 Konuyla ilgili Prof. Dr. Hayrettin Karaman hocamızın görüşünü kaydetmek istiyoruz: “Allah’a ve âhirete inanmayanlar için yalnızca dünya hayatı vardır; bu hayatı ne kadar zevkli, rahat, hür yaÅŸamak mümkün ise o kadar yaÅŸamak gerekir. Sakat doÄŸmuÅŸ bir çocuk ile meÅŸgul olmanın dünya hayatı açısından onlara kazandıracağı hiçbir ÅŸey yoktur, hayatı zorlaÅŸtırmaktan, zevk u safayı engellemekten baÅŸka bir iÅŸe yaramaz.

Allah’a ve âhirete inananlar sakat bir hayvana bile gösterdikleri ÅŸefkat ve yaptıkları hizmetle ecir ve sevap kazanırlar. Bu, Allah’ın rızasını elde etmeye vesile olur. Binaenaleyh, doÄŸduktan sonra sakatlanan bir çocuÄŸu öldürmek cinayet olduÄŸu gibi, henüz doÄŸmamış ama ana rahminde yaÅŸamakta olan bir çocuÄŸu öldürmek de öyle cinayet olur ve caiz deÄŸildir. Rahimde kaldığı sürece veya doÄŸum sırasında anne için hayati bir tehlike söz konusu olmadıkça kürtaj yapılamaz.”11

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, saÄŸlık ve sıhhat büyük bir nimettir. Allah’tan af ve afiyet istemek de mü’min olmanın gereÄŸidir. Ancak, bu dünya âhiretin tarlası olması itibariyle, bir imtihan yeridir. Hasta ve engelli olmak bir imtihan unsuru olduÄŸu gibi, bir hasta ve engelliye bakmak zorunda olmak da imtihanın bir parçasıdır.

Hastalar Risalesi adlı eserinde, Bediüzzaman Hazretleri, görme engelli ve felç türü ağır bir hastalığa maruz kalan hastalarla ilgili şu dikkat çekici değerlendirmede bulunmaktadır:

“Evet bir mü’min, gözüne perde çekilse ve gözü kapalı kabre girse, derecesine göre, kabir ehlinden daha fazla nurlu âlemleri temâşâ edebilir. Bu dünyada nasıl çok ÅŸeyleri biz görüyoruz, kör olan mü’minler görmüyorlar; kabirde o körler, iman ile gitmiÅŸse o derece kabir ehlinden daha fazla görebilirler.”

12 Felç ve benzeri ağır bir hastalığa maruz kalanlara da dünyanın insanı aldatan nefsânî yönlerinden uzak kalmaları itibariyle hastalığın manevi bir kazanç vesilesine dönüşeceğini söyleyerek tevekkül tavsiyesinde bulunmaktadır.13

Sebeplere riayetin bir kulluk vazifesi olması itibariyle tedavisi mümkün olan her türlü hastalık için tedavi olmak gerekmektedir.

Ancak, pek tedavi imkânı olmayan hastalık ve özürler için, sabırlı davranmak, asla isyan etmemek ve gönülden Allah’a yönelmek en doÄŸrusudur. Bu ÅŸekilde davranan inançlı bir insan ÅŸu fâni dünyada yaÅŸadığı mahrumiyete bedel ebedî saadeti adına büyük bir sermaye biriktirmiÅŸ olur. BilindiÄŸi gibi müspet ve menfi olmak üzere iki türlü ibadet vardır. Namaz, oruç gibi bildiÄŸimiz ibadetlere müspet ibadet diyecek olursak, bela, musibet ve hastalık gibi sıkıntılara da menfi ibadet diyebiliriz.

Aslında bela ve musibet türü ÅŸeyler bizzat ibadet deÄŸildir. Ancak, neticesi itibariyle ibadete eÅŸdeÄŸer sevap kazandırdığı için ibadet olarak tanımlanmasında bir beis bulunmamaktadır. Zîrâ insan maruz kaldığı hastalık ve belalarla ne kadar âciz ve muhtaç bir varlık olduÄŸunu idrak eder ve mutlak güç ve kuvvet sahibi olan Cenab-ı Hakk’a yönelir. Bu yöneliÅŸ neticesinde de âhiretini kazanma yönünde önemli bir adım atmış olur.
http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/islamin-engellilere-bakisiengelli hakları

%d blogcu bunu beÄŸendi: