hd porno porno hd porno porno

YETÄ°ÅžKÄ°NLÄ°K PSÄ°KOLOJÄ°SÄ°-5

8.407 okundu

GENÇ YETİŞKİNLİKTE PSİKOLOJİK OLGUNLAŞMA

1. Olgunluğun Tanımlanması

Genellikle yetiÅŸkinlik’ “olgunluk” dönemi sayılır. KiÅŸilik kuramlarının
çoğu olgunluğu, genç yetişkinlik sırasında gelişen bir olgu olarak
tanımlar. Kişilik kuramları olgunluğun psikolojik nitelikleri konusunda
da uzlaşırlar: Sevecenlik, cinsel duyarlılık, sevme ve sevilme
yetisi, toplumsal olma yetisi, baÅŸka insanlar yetiÅŸtirebilme yetisi, vb.
Ayrıca, olgun kişiler kim olduklarının, kişisel güçlerinin ne olduğunun
bilincinde olan kişilerdir. Olgun kişi durağan değildir, sürekli değişim
ve yeniden uyum gösterir, kendini yeniler. Olgunluk sonul bir ürün de
değildir, sürekli bir oluşumun durmadan yenilenen sonucudur. Kişilik
kuramcıları olgunluğu, bir tür ulaşılan plato ya da sonuncu durum olarak
değil, bir oluşum süreci olarak görürler. Olgunluk bireylerin, yaşamın
gereklerine ve zorunluluklarına başarılı bir biçimde uyum sağlamaları
ve bunlarla esnek bir biçimde başa çıkabilmeleri için sürekli
değişim gösterme yeteneğidir. Olgunlaşma süreci bizimle dünya arasında
hiç bitmeyecek bir uyum arayışıdır. Kuşkusuz, toplumsal beklentiler,
bireyin yaşamının nesnel koşulları, yeteneklerdeki bireysel
farklılıklar olgunluğa ulaşmayı etkileyecektir. Buna karşın Maslow olgunluğu,
toplumun bireyin insancıl gelişimine gizil bir engel oluşturduğu
yerde, “insancıl yönelimin egemenliÄŸi” olarak tanımlar. AÅŸağı ve
yüksek düzeydeki gereksinmeler birbiriyle etkileşir, fakat bireyi
olgunluğa götüren gereksinmeler yüksek düzeydeki gereksinmelerdir,
yani “kendini gerçekleÅŸtirme” ve “bilimsel anlayış”tır. Kendini
gerçekleştiren kişi aşağı gereksinmeleri aşmıştır; özsaygı, başkalarına
bağlılık, insancıl bir kişi olarak büyümeye istekli olma özelliklerini
gösterir. Rogers’ın deyiÅŸiyle, olgun kiÅŸi, kendine güvenerek ve kendi
yaşantılarını kabul ederek tam bir işleyişe ulaşan kişidir, karşı karşıya
olduğu gerçekliğin tüm yönlerine uyum sağlama gereksinmesini duyan
kişidir. Olgun kişi kendi çevresini oluşturur ve kendisini ve başkalarını
nesnel bir biçimde algılamaya yeteneklidir; bireysel bir kimlik
ve bütünleşmiş bir kişilik kazanmıştır; kendi yaşam düzeyi için gerekli
gelişim görevlerini başarır ve şimdiki zamanla ve gelecekle başa
çıkmak için gerekli yetenek ve becerileri geliştirir.

Gordon W. Allport’a (1961) göre olgun kiÅŸiliÄŸin özellikleri ÅŸunlardır:
1) Geniş bir benlik duygusuna sahip olmak, 2) Başkalarıyla
hem yakın ilişkilerde hem de genel ilişkilerde sıcak bağlar kurmaya
yetenekli olmak, 3) Temel bir duygusal güvenliğe sahip olmak ve kendini
kabul etmek, 4) Dış gerçeklikle bağlantı içinde, atılımla algılamak,
düşünmek ve eylemde bulunmak, 5) Kendini gerçekleştirmeye,
içgörüye ve humor’a yetenekli olmak, 6) BütünleÅŸmiÅŸ bir yaÅŸam felsefesiyle
uyum içinde yaşamak.

Olgun kişiliğin bu ögelerinin temeli olumlu bir benlik-kavramıdır.
Benlik-kavramı (self-concept), zaman içinde kendimiz konusunda
sahip olduğumuz görüştür. Benlik-kavramı toplumsal etkileşime
dayanarak gelişir. Çünkü çevreden alınan geri bildirimlere dayanır.
Benlik-kavramı benlik-imgesi’nden çok daha bağımsız ve kararlıdır.
Benlik-imgesi (self-image), bizim kendimize iliÅŸkin ve biz bir
toplumsal durumdan diğerine geçtikçe değişen ve görece geçici olan
zihinsel resimlerdir. Benlik-kavramının davranışlarımız üzerindeki etkisi
kuşkusuz daha önemlidir.

Ergenlikten genç yetişkinliğe geçerken benlik-kavramında önemli
değişimler görülmez, daha çok, bir kararlılık kazanma söz konusudur.
Genç yetişkin temelde ergenlikteki aynı insandır. Ancak genç yetişkinler,
sorunlarla başa çıkmada daha büyük bir yetenek ve dünyayla
ilişkilerde daha büyük bir kavrayış gösterirler. Bu gelişmede cinsel
rollerin öğrenilmesi çok önemli bir etkendir. Erkek ve kadın davranışlarında
kültürel beklentilerin etkisi çok büyüktür. Örneğin kadınlar,
“uygun” kadın davranışının edilgin, duygusal, akıldışı olması gerektiÄŸini
“öğrenirler”; kendi yaÅŸamları üzerinde erkekten daha az bir denetim
iradesi geliştirirler; özellikle erkeklerle yarışmak zorunda oldukları
alanlarda baÅŸarılarını beceri ve akıllarından çok “ÅŸans”a baÄŸlarlar.
Ancak günümüzde genç yetişkinler bu geleneksel kalıpyargıları
aÅŸabilmektedirler.

Genç yetişkinin kişiliğindeki olgunlaşmanın çeşitli yönlerini betimlemeden
önce, bellibaşlı kişilik kuramlarının olgunluk modellerini
topluca göstermekte yarar var. Tablo 10’daki modellerde görülen farklılıklar
olgun yetişkini tanımlamada karşılaşılan temel sorunları da ortaya
koymaktadır.

:::::::::::::::::

2. Olgunlaşma Yönleri

Robert W. White (1966), yetişkinliğe geçiş yıllarında olgunlaşmada
beş doğrultu saptamıştır.

a) Ego kimliğinin yerleşmesi. Genç yetişkinliğin temel özellikleri
genellikle ergenlikte ulaşılan zihinsel olgunluÄŸa dayanır. Piaget’in
gelişim kuramı çerçevesinde, soyut işlemler (formal operations)
dönemi zihin gelişiminin en üst düzeyidir. Soyut işlemlerle ergen ilk
kez soyut düzeyde düşünebilir, varsayımlar kurabilir, akıl yürütebilir.
Bu yetenek aracılığıyla kendisinin kim olduğunu ve evren içindeki yerini
belirleyebilir. Böylece, insan olarak, toplumun bir üyesi olarak,
evrenin bir yaratığı olarak bütünleşmiş bir benlik duygusuna ulaşabilir.
Kendisini soyut olarak “bir baÅŸkasının bakış açısından” (G. H.
Mead) görebilir. Cinsel, toplumsal, siyasal ve ahlaki açıdan kim olduğuna
iliÅŸkin duygusunu, belirtileri “süreklilik”, “bütünlük” ve “bütünleÅŸme”
(Erikson) olan soyut bir kimlik duygusu içinde bütünleştirmeye
yetenekli olmaya baÅŸlar. Ergenin zihin geliÅŸimi kimlik sorununu
çözebilecek karmaşıklığa ulaşmıştır. Ancak zihinsel olarak bu
düzeye ulaşmış olmak bu sorunların tümünü çözmüş olmak anlamına
gelmez. Bu sorunlar psikolojik ve toplumsal niteliktedir ve büyük ölçüde
kültür tarafından belirlenirler. Ergen genç yetişkinliğe yaklaştıkça
bu sorunların çözümlerini keşfeder. Genç yetişkinlikte kimliğe
ilişkin en önemli sonuç, birey ile toplumsal sistem arasında kurulan
iliÅŸkidir. White’a göre kimliÄŸin kararlılık kazanması, yetiÅŸkin yaÅŸamın
görece sürekli olan toplumsal rollerinin benimsenmesiyle olur. Bu rollere
bağlanılması ölçüsünde kimlik duygusunun gelişmesi de güçlenir.
Yetişkin rollerine katılma derinleştikçe, genç yetişkin katılımının üslubu
ve oynadığı rollerin bütünleştirilmesi konusunda kararlar almaya başlar.

Tablo 10 YetiÅŸkin OlgunluÄŸu Modelleri

Model/Kuram: Psikanalitik Kuram

İnsan ya da Davranış Kavramı:

a) Yaşamda erkenden belirlenmiş; psikoseksüel; içgüdüsel

b) Psikososyal

Çarpışan Güçler:

Bilinçdışı güdüye karşı bilinçli güdü; id ve süperegoya
karşı ego

Toplumsal kökenin yön verilmiş çatışmaları

Olgunluk Standardı:

Genital cinsellik; en cinsel ve saldırgan dürtülerin
yüceltilmiş anlatımı

Güçlü ego ve yakınlık kurma yetisi

Öncü Kuramcılar:

Freud

Model/Kuram:

Öğrenme Kuramı U-T Kuramı

İnsan ya da Davranış Kavramı:

Dış olasılıklarla belirlenmiş

Çarpışan Güçler:

İç dürtülere karşı dış pekiştirmeler

Olgunluk Standardı:

Tepkinin anksiyeteden kurtulmuÅŸ hiyerarÅŸiler

Öncü Kuramcılar:

Erikson

Model/Kuram:

Benlik Kuramı

İnsan ya da Davranış Kavramı:

Kendini gerçekleştirme; temel olarak iyi

Çarpışan Güçler:

Organizmik iç tepilere ve dürtülere karşı benlik kavramı

Olgunluk Standardı:

Kendini kabul etme; iç değerlendirme odağı

Öncü Kuramcılar:

Rogers

Model/Kuram:

Personalistik Kuram

İnsan ya da Davranış Kavramı:

Bireyselci ve tek

Çarpışan Güçler:

Özel çabaya karşı çevresel sınırlamalar

Olgunluk Standardı:

Benlik duygusunun genişlemesi; bütünleşmiş
yaÅŸam felsefesi

Öncü Kuramcılar:

Allport

Model/Kuram:

Varoluşçu Kuram

İnsan ya da Davranış Kavramı:

Dünyada bir yabancı

Çarpışan Güçler:

Eigenwelt’e karşı Dasein (anksiyete, umutsuzluk, ölüm)

Olgunluk Standardı:

Otantik varoluÅŸ

Öncü Kuramcılar:

Heidegger, Binsvanger

Model/Kuram:

İnsancıl Kuram

İnsan ya da Davranış Kavramı:

Belirlenmemiş; verili, fakat gereksinmeye bağlı

Çarpışan Güçler;

Aşağı gereksinmelere karşı yüksek değerler ve
otantik insanlığın evrensel idealleri

Olgunluk Standardı:

Kendini tamamlama; en yüksek değerlere bağlanmış yaşam

Öncü Kuramcılar:

Bühler, Maslow

b) KiÅŸisel iliÅŸkilerin özgürleÅŸmesi. White’ın belirttiÄŸi ikinci
büyüme çizgisi, ilişkinin diğer insanların gerçek doğasına gitgide daha
duyarlı duruma gelmesidir. İnsanlararası ilişkiler, gitgide daha fazla
biricikliği içinde değerlendirilen tek bir kişiyle ilişkiye dönüşmekte ve
gitgide daha az kendi gereksinmelerini, düşlemlerini yansıttığı bir
ilişki olmaktadır. Erikson, tek ve biricik olan bir başka kişiyle özgür
olarak ilişkiye girebilmek için, kişinin ilişkide kendisinin kim olduğu
konusunda gelişmiş bir kimlik duygusu olması gerektiğini savunur.
Gelişen kimlik duygusu, genç yetişkinlikte kurulan ilişkilerdeki artan
geçicilik ve süreklilikle birlikte, başkalarının biricik (unique) oluşunu
kendi kimliğinin sağlam temelinden hareketle keşfetmeye katkıda bulunur.
White’ın belirttiÄŸi ilginç bir nokta da, beklenmeyen etkileÅŸimlerin
önemidir. Bir başkasının beklenmeyen bir davranışı karşısında
şaşırdığımız zaman o insanın tek ve biricik oluşuna daha fazla uyum
sağlarız; yine bunun gibi, bizden beklenmedik biçimde farklı olan biriyle
etkileşime girdiğimizde bu bizi kişilerin tek ve farklı oluşu konusunda
daha duyarlı kılar. Beklenmedik etkileşimler kendimizi tanımamıza,
kişisel ilişkileri derinleştirmemize yardımcı olur.

c) İlgilerin derinleşmesi: Bu üçüncü büyüme çizgisi kişilerin
ilgilendiÄŸi ve uÄŸraÅŸtığı etkinliklerde izlenebilir. White’a göre genç
yetişkinlik, ilgilerin derinleştiği ve girişilen işlerin yürekten yapıldığı
bir dönemdir. Uğraşlar ve ilgiler mesleki ya da özel olabilir, ancak ortak
özellikleri gerçek bir başarı elde etme amacıyla yapılıyor olmalarıdır.
Bir başka özellik, bireyin ilgi duyduğu alanla uğraşmaktan yarar
beklemeksizin zevk almasıdır. Burada, bireyin kendisine ilginç gelen bir
etkinliği ele alması, sadece o etkinlikten zevk duyması, bu zevkin de
ilgiyi derinleştirmesi biçiminde gelişen bir süreç söz konusudur. İlginin
bu biçimde derinleşmesi sonuç olarak kimliğin kararlılık kazanmasını
ve buna bağlı olarak meslek seçimini, başka hir insana duyulan
ilgiyi etkiler.

d) Değerlerin insancıllaşması. Piaget ve Kohlberg tarafından
yapılan ahlak gelişimi çalışmaları, genç yetişkinlerde üst düzeyde soyut
ahlak felsefesi gelişimi için yeterli gizilgücün var olduğunu göstermiştir.
Soyut bir ahlak felsefesi oluşturma yetisi bütün yetişkinlik
boyunca sürüp gidcr. Genellikle toplumlarda daha alt düzeyde ahlaki
yargılar geçerli olduğu halde genç yetişkinler, yeni kazandıkları bu yetiyi
daha insancıl değerler geliştirme yönünde kullanırlar. Genç yetişkinler
kendi kiÅŸisel deneyimlerini deÄŸerler sistemine katar ve kimliÄŸin
gelişen açıklık ve kararlılığını yansıtan kendi kişisel değerler sistemini
oluştururlar; bu sistem, daha özgür ve derin ilişkiler kurdukları insanlar
aracılığıyla gelişen kişisel deneyimlerinin bir sentezidir. Bütün bu
süreçler ideal olarak daha insancıl değerler doğrultusunda gelişirler.

e) Özen ve bakımın genişlemesi. Bu büyüme çizgisi kısmen
değerlerin insancıllaşmasını yansıtır, aynı zamanda diğer insanların
durumlarına duyulan duyguları da içerir. Bu eğilim, başkalarına gittikçe
artan bir sempati duymayı ve onların duyguları konusunda derin
bir özen geliştirmeyi içerir. Bu özellikler sadece sevilen kişiye değil,
yoksullara, baskı altında olan, fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıkları olan
kişilere de yöneliktir.

Yukarıda açıklanan büyüme çizgileri genellikie Erikson’un kimlik
ve yakınlık açıklamalarını tamamlayıcı niteliktedir. Bu büyüme
çizgileri her toplumda ergenliğin son ve yetişkinliğin ilk yılları için
gizil niteliktedir. Ancak bütün genç yetişkinlerin bu gizil-güçleri sonuna
kadar harekete geçirdikleri söylenemez (D.C. Kimmel, 1974)

:::::::::::::::::

3. Olgunlaşmada Güçlükler

Genç yetişkin kimlik oluşumunun son basamaklarındadır, kendi
kimliği ile toplumsal sistem arasında bağ kurmaya çalışmaktadır,
yakınlık kurmadaki ilk adımlarıyla başkalarını özel, biricik ve cinsel
varlıklar olarak keşfetmeye başlamıştır. Genç yetişkinlik, bireyin kendini
yetişkin olarak gördüğü, başkalarının da ona yetişkin muamelesi
yaptıkları, böylece bireyin benliğinin alıştığının dışında değişimler
gösterdiği bir dönemdir. Toplumsal karmaşıklığın ve değişimin daha
az olduğu toplumlarda bu gelişmeler ergenlik döneminde yer alır ve
orada sonuçlanır. Oysa, çok karmaşık ve hızla değişen toplumlarda bu
geliÅŸmeler, Keniston’un (1968) “gençlik”, Kimmel’in (1974) “genç yetiÅŸkinlik”
ve bizim “genç yetiÅŸkinliÄŸe geçiÅŸ” adını verdiÄŸimiz dönemde
yer almaktadır. Bu dönemde karşılaşılan ilk sorunu Keniston “bireyselleÅŸmeye
karşı yabancılaÅŸma” olarak adlandırmaktadır.

a) Yabancılaşma. Genç yetişkin kendi kimliği ile toplumsal
rolleri arasındaki bir uzlaşma sağlamadığı zaman yabancılaşma duyacaktır.
Kim olduğuna ilişkin duyguları ile toplumun beklenti ve istekleri
arasında, toplumdaki meslek, evlilik, anababalık rolleri arasında
bireysel bir uygunluk kurulamadığında yabancılaşma tehlikesi ortaya
çıkar. Bireysellik duygusunun oluşumunda kişi hem kendi iç dünyasına,
hem de dışardaki toplumsal dünyaya yönelir. İçe dönmede bireyin
topluma yabancılaşması, dışa dönmede de bireyin kendisine yabancılaşması
söz konusu olabilir

b) Uyuşturucu. Genç yetişkinlikte uyuşturucu kullanımı, bir
bakıma, etkin bireyselleşme ve yoğun bireysel yaşantı arama yoludur.
Özellikle gelişmiş toplumlarda uyuşturucu -geleneksel toplumdaki alkol
ve tütün gibi- bir yetişkinlik simgesi olarak görülmektedir. Ayrıca
uyuşturucu bir alt-kültür simgesi ya da başkaldırma aracı olarak da
algılanmaktadır. Genç yetişkinler arasında uyuşturucu kullanımının,
egemen kültürden farklı bir yaşam biçimi sürdürme umutlarından kaynaklandığı
söylenebilir. Böylece uyuşturucu kullanımı, kültürel normların
baskısından kurtulmuş bir bireysel kimlik duygusu edinme çabası
ile yabancılaşma sürecinin bir yönünü yansıtmaktadır.

c) Cinsellik. Ergenlik ve genç yetişkinliğin en zor sorunlarından
biri de, toplumun erinlik ile yetişkinlikteki evlilik arasındaki
dönemi bir “cinsel moratoryum” dönemi olarak görmek istemesidir.
Buna göre, genç kadınlar cinselliği hiç düşünmez ve istemezler; genç
erkekler ise düşünebilir, ama sınırlamak zorundadırlar. Oysa gerçekte
durum çok farklıdır. Sorenson’un BirleÅŸik Devletler’de çok geniÅŸ bir
örneklem üzerinde gerçekleştirdiği bir araştırma, 13-19 yaşlar arasındaki
deneklerin yarısının (erkeklerde % 59, kızlarda % 45) cinsel etkinliğe
girdiğini göstermiştir. Ergenlikte artış gösteren bu cinsel ilişki
oranı doğal olarak genç yetişkinliğe de uzanmaktadır. Ancak bu artışla
birlikte birtakım sorunlar da çıkagelmektedir: Ortalama evlenme yaşı
yükselmekte, evlilik geciktirilmektedir, dolayısıyla diğer yetişkinlik
rolleri de ileriye bırakılmaktadır. Bu noktada, geleneksel normlara mı
yoksa çağdaş normlara mı uyulacağı sorunu genç yetişkinlerin en
önemli sorunudur. Özellikle gelenekselliğin baskılarıyla çağdaşlığın
belirtilerinin birlikte bulunduğu toplumlarda bu sorun daha da ağır
basmaktadır. Bireyin, kendi standartlarını seçme özgürlüğü ile katı kurallara
boyun eğme zorunluluğu arasında kalması gerilime yol açmaktadır.
Günümüzde değişim yalnız cinsel davranışlarda değil, yakınlığa
karşı tutumlarda ve yakın ilişkinin doğasında da ortaya çıkmaktadır.
Duygusal olarak yakın olan çiftler artık cinsel ilişkiyi de doğal
görmektedirler. Ancak, cinsel normlardaki bu değişimlere karşın genç
yetişkinlik cinsel yönden güçlükleri olan bir dönemdir. Bireyselleşme
süreci içinde olan genç insan, bu süreç içerisinde cinsel kimliği ile ne
yapacağı sorusuna da bir yanıt bulmak zorundadır. Seçeneklerin çokluğu,
seçim yapma ve seçiminin sorumluluğunu üstlenme zorunluluğunu
da birlikte getirmektedir (D.C. Kimmel, 1974).

:::::::::::::::::

4. Gelişim Görevleri

Havighurst’ün geliÅŸim psikolojisine en önemli katkılarından biri
“geliÅŸim görevleri” kavramıdır. GeliÅŸim görevleri kavramı, insanın,
yaşamının özel dönemlerinde sahip olması gereken belirli beceriler,
yetenekler ya da görevleri dile getirir. Bu görevlerin yerine getirilmesi
bireyin yaşamının bir sonraki dönemindeki ya da evresindeki gelişimi
için önemlidir. Havighurst’ün geliÅŸim görevleri kavramı evrensel olarak
kabul edilmemiştir, gene de gelişim psikolojisi için önemli bir
katkıdır. Aslında Havighurst gelişim görevlerinin birbiri ardına
başarılmasının mutlaka olgun bir birey yaratacağını söylemez, ama bu kavram
olgun bir birey olmaya iliÅŸkin diÄŸer kavramlar kadar dikkate deÄŸerdir.

Havighurst’e göre geliÅŸim görevi, “bireyin yaÅŸamında belirli bir
dönemde ya da o dönem konusunda, başarılması bireyin mutluluğuna
ve sonraki görevleri başarmasına rehberlik eden, başarılmaması bireyde
mutsuzluğa, toplumca onaylanmamaya ve sonraki görevlerde
güçlük çekmeye yol açan bir görevdir.”

Gelişim görevleri, devinimsel (motor), zihinsel (intellectual),
duygusal (emotional) ya da toplumsal (social) olabilirlerse de, hepsi
de sonunda “psikososyal” alana yönelirler. Havighurst geliÅŸim görevlerini
çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemleri ve bunların alt dönemleri
için birer birer açıklamıştır. Aşağıdaki tabloda sadece yetişkinliğe
ilişkin görevler gösterilmektedir, bu görevlerin açıklanması ilgili
bölümlerde yapılacaktır.

Tablo 11

Yetişkinlikte Gelişim Görevleri

Genç Yetişkinlik;

1. Eş seçimi.

2. Eşle birlikte yaşamayı öğrenme.

3. Bir aile kurma.

4. Çocuk yetiştirme.

5. Bir evin işlerini yürütme.

6. Bir uÄŸraÅŸ baÅŸlatma.

7. Yurttaşlık sorumluluğunu üstlenme.

8. Uygun bir toplumsal gruba katılma.

Orta YaÅŸlar;

1. Yetişkinliğin yurttaşlık ve toplumsal
sorumluluÄŸunu baÅŸarma.

2. Yaşamak için ekonomik bir standart oluşturma
ve sürdürme.

3. YetiÅŸkinliÄŸin boÅŸ zaman etkinliklerini geliÅŸtirme.

4. Ergen çocuklara sorumlu ve mutlu yetişkinler
olmada yardım etme.

5. Bir eÅŸle bir kiÅŸi olarak iliÅŸki kurma.

6. Orta yaşın fizyolojik değişimlerini kabul etme
ve bunlara uyum saÄŸlama.

7. Yaşlı anababaya uyum sağlama.

Ä°leri YaÅŸlar;

1. Fiziksel güçteki ve sağlıktaki düşüşe uyum sağlama.

2. Emekliliğe ve gelir azalmasına uyum sağlama.

3. Eşin ölümüne uyum sağlama.

4. Yaş grubuyla açık bir bağlılık kurma.

5. Toplumsal ve yurttaşlık yükümlülüklerini yürütme.

6. Yaşamın doyumlu fiziksel düzenlemelerini yapma.

Kaynak: R.J. Havighurst. Human Development, 1953. aktaran Liebed ve
Wicks-Nelson. 1981.

:::::::::::::::::

5. Bireysel GeliÅŸim

Burada genç yetişkinliğin önce fiziksel, sonra zihinsel gelişim
boyutları söz konusu edilecektir.

a) Fiziksel değişimler. Genç yetişkinler fiziksel gelişimlerinin
doruğundadırlar. Aşağı yukarı 25 yaş ile 50 yaş arasındaki fiziksel-
biyolojik gerileme derece derece ortaya çıkar ve çok yavaştır. Birçok
erkek yetişkin en yüksek boya aşağı yukarı 21 yaşlarında ulaşır. 25-30
yaÅŸlarında yetiÅŸkinler kas gücü’nün en üst düzeyine ulaşırlar, 30-60
yaÅŸlarında da güçlerinin % 10’unu yitirirler. 60-70 yaÅŸları arasındaki
en üst güç 20’lerdeki gücün ancak % 80’i kadardır. Fiziksel dayanma
ya da uzun süre çalışma gücü de yaşla birlikte azalmaktadır; ancak,
çok zorlu olmayan işlerdeki fiziksel dayanma düşüşü kas gücü azalmasından
daha yavaş olmaktadır; öte yandan, fiziksel dayanma gücündeki
düşüş hareketli insanlarda durgun ve uyuşuk olanlara göre daha azdır.

Yetişkin insanlar çevrelerini örgütlemede ve uyum sağlamada
duyusal yeteneklerine bağımlıdırlar. İnsan etkileşiminde etkili bir
iletişim kurma yetisi büyük ölçüde duyulara (görme, işitme, dokunma,
tat alma, koklama) bağlıdır. Yaşlı yetişkinler uyaranların yoğunluğunun
az olduğu (hafif ses, hafif koku, az ışık) durumlarda güçlük çekerler.
Görme ve görme uyumu 20 yaşında en üst düzeydedir; bu yaş
aynı zamanda ilk özürlerin ve kalıtsal bozuklukların ortaya çıktığı
yaştır. 1) Sinir sisteminin işleyişinde ileri yaşlara kadar belirgin olarak
ortaya çıkmayan yavaş bir düşüş vardır; bu düşüş görme de içinde olmak
üzere bütün davranışı etkiler ve hemen hemen bütün işleyiş ve
süreçlerde bir yavaşlamaya neden olur. 2) Ayrıca gözbebeği çapında
yaşla ortaya çıkan daralma nedeniyle göze giren ışık miktarı da azalır,
bu yüzden yaşlılar iyi aydınlatılmamış yerlerde görme güçlüğü çekerler.
3) Yaşlı yetişkinin ışığa uyum sağlaması da genç yetişkinden
daha fazla zaman alır. 4) Göz karanlığa uyum sağladığında (yaşlılarda
daha fazla zaman alır) görülebilen en az ışık yoğunluğunda yaşla birlikte
bir düşüş vardır. Bu en az ışık yoğunluğunun yetişkin tarafından
görülebilmesi için 20 yaşından sonra her on üç yılda iki kat artması
gerekmektedir. 5) Görme keskinliği çocukluk ve ergenlikte artar, 20-50
yaşlar arasında kararlılık gösterir, elli yaşmdan sonra yavaş fakat
artan bir düşüş gösterir. 6) Göz merceğinin kas hareketi ve esnekliği
imgenin retinaya düşmesini sağlar. Ergenlikte mercek uyumunda çok
az değişiklik vardır. 20-50 yaşları arasında mercek esnekliğinde azalma
başlar, 50 yaşından sonraki mercek uyumunda düşüş daha yavaştır.
7) Yaş ilerledikçe yetişkinler gördükleri nesne ile arka planı arasında
daha fazla zıtlığa (kontrast) gereksinme duyarlar. Sonuç olarak, görmeyle
ilgili özelliklerde genç yetişkinlikte çok az değişim vardır.

Genç yetiÅŸkinlikle yaÅŸlılık arasında tepki süresi’nde dereceli bir
artış vardır. Çocuklukta bu süre çok kısadır, genç yetişkinlikte bir platoya
ulaşılır. Tepki süresi yirmi yaşın hemen öncesinde en üst düzeye
çıkar, orta yetişkinlikte ve yaşlılıkta gittikçe artar.

Genç yetişkinlikte etkinlik kısıtlanması, yetersizlik, ölüm gibi olgular
öncelikle ani (akut) koşullardan doğar. Yaşam döngüsünde, genç
yetişkinliğin ani ya da işlevsel koşullarından, orta yetişkinliğin ve
yaşlılığın müzmin (kronik) ya da dejeneratif (geri çevrilemez) koşullarına
doğru bir değişim söz konusudur. Kırk yaşından önce ölümlerin
çoğu bulaşıcı hastalıklardan ve kazalardan, kırk yaşından sonra ise
kronik koşullardan kaynaklanır (Schiamberg ve Smith, 1982).

b) Zihinsel yetenekler. Yetişkinlerin öğrenme yeteneğini değerlendirmek
için henüz elimizde gerçekten yeterli araçların ya da testlerin
olmadığı kabul edilmektedir. Knox’a göre bunun en azından üç
nedeni vardır: Geniş bir biçimde kullanılan yetişkin zeka testleri
(örneğin WAIS), yetişkinin yaşantısını gerçekten anlamaya çalışmaktan
çok, çocuk ve ergen testleriyle karşılaştırma yoluyla elde edilmişlerdir;
çocuk ve yetişkin zeka testleri birtakım tartışmalı sayıltılara
dayanmaktadır (çocuklar, ergenler ve yetişkinler aynı bilgi ve deneyim
olanağına sahiptirler, daha zeki insanlar daha etkin ve yeterli öğrenirler
ve yetenek testlerinde daha başarılıdırlar gibi); çok az sayıda zeka
testi maddesi yetişkinlerin edindiği ve gerçek yaşam koşullarında kullandığı
beceri ve uzmanlığa uygun düşmektedir. Öğrenme yeteneği
testleri ve diÄŸer deÄŸerlendimme yolları bireyin “tavan” kapasitesini
ölçmeye yöneliktir, oysa günlük yaşamda bu tavanın altında da sorunsuz
yaşanabilmektedir. Dolayısıyla, testlerde puanlar yaşla düşse bile
bunun günlük yaşama hiçbir etkisi olmayabilir.

Boylamsal araştırmalar, 20-40 yaşlar arasında ve ötesinde zihinsel
becerilerde yüksek derecede bir kararlılık olduğunu göstermektedir.
Kesitsel araştırmalar ise yetişkinlik sırasında yeteneklerde dereceli
bir düşüş olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu bulgu, yaşa bağlı
olmaktan çok, genç yetişkinler vc yaşlılar arasındaki eğitim, sağlık,
ilgi ve değer farklılıklarına bağlı olabilir. Araştırmalar, zihinsel bakımdan
çok yetenekli bireylerin çocukluk ve ergenlikte öğrenmede
çok hızlı olduklarını ve sonra genç yetişkinlikte bir platoya ulaştıklarını
göstermektedir. Öte yandan, daha az yetenekli bireyler öğrenmede
çok daha yavaştırlar, platoya daha erkenden ulaşıyorlar ve sonra
daha hızlı bir düşüş gösteriyorlar (Schiamberg ve Smith, 1982).

Öte yandan, yetişkinlikte pratik zekanın başarılı bir yaşam sürdürmede
ne denli önemli olduğu da dikkati çekmektedir. Araştırmacılar,
bir kişinin zekice seçimler yapma yeteneği ile (süpermarkette
benzer maddelerin boyutlarıyla fiyatlarını kıyaslamak gibi), aritmetik
işlemler içeren soyut testlerdeki puanları arasında ilişki olmadığını
bulmuÅŸlardır. P.B. Baltes’in (1987) zekayı iki genel süreç olarak gören
yaklaşımı bu sorunu çözmektedir. Baltes’in iki sürekli model kuramında
zekanın işleyişi mekanik ve pragmatik süreçlerden ibarettir.
Mekanik zeka, bilgi işlemede ve sorun çözmede kullanılan temel
düşünce işlemlerini içerir. Bu tür zeka tam gelişimine büyük olasılıkla
ergenliğin sonlarında ulaşmakta ve bundan sonra görece sabit kalmaktadır.
Zekanın bu boyutu ZB testlerindeki ölçeklerle ölçülebilmektedir.
Pragmatik zeka ise, biriken bilgilerle, uzmanlıkla, gündelik yaşamdaki
temel bilişsel becerilerle (mekanik zeka) ilgili yöntemleri
içerir. Bu işlevler ve yetenekler yetişkinlik dönemi boyunca gelişmeyi
sürdürmektedir. ZB testlerinin sözel ölçekleri ya da birikimli zeka
testleri pragmatik zekanın bazı yönlerini ölçebilmektedir. Pragmatik
zeka birikimli zekaya üstbilişi, uzmanlığı, yorumsal bilgiyi (bilgeliği)
eklemektedir.

Cattel’in akıcı ve birikimli zeka kuramından da söz etmekte yarar
var. Akıcı zeka (fluid intelligence) insan fizyolojisi ile insanın ilk
deneyimlerinin etkileÅŸiminin sonucu olan temel bir yetenektir. Bu zeka
biçimi, kavramlar oluşturma, soyut usavurmalar yapma ve karmaşık
ilişkileri kavrama yeteneğinden ibarettir. Akıcı zeka, eğitimden ve
deneyimden bağımsızdır; geniş bir zihinsel etkinlikler alanına uygulanabilir
oluşuda buradan gelir. Bu zeka türünü ölçmede kullanılan testler,
harfleri ya da sayıları gruplama, benzer sözcükleri eşleme, sayı dizilerini
anmısama gibi etkinlikleri içerir. Birikimli zeka (crystallized
intelligence) ise, soyut usavurmanın, soyutlamanın ve karmaşık ilişkiler
kavramının öğrenilmiş görevlere uygulanmasını içerir. Birikimli
zeka, eğitime ve deneyime bağımlıdır; genel bilgi, sözcük dağarcığı,
aritmetik usavurma ya da toplumsal durum testleriyle ölçülür. Her iki
zeka türü de yetişkinlerin düşünmede ve sorun çözmede kullandıkları
yeteneklerdir. Bir birey yaÅŸam süresi boyunca “biliÅŸsel bir üslup” geliÅŸtirir
ve sorunları zeka parlaklığı (akıcı zeka) ya da bilgelik (birikimli
zeka) yoluyla çözer. Her iki zeka türü de çocukluk ve ergenlikte artış
gösterir. Akıcı zeka yetişkinlikte derece derece azalmaya başlar,
buna karşılık birikimli zeka yetişkinlikte derece derece artmayı sürdürür.
Ancak, birikimli zekanın sürekli artışı eğitim, bilgi edinme, düşünme,
kültürel katılma etkinliklerinin sürmesine bağlıdır (Schiamberng
ve Smith, 1982).

Zihin gelişiminin evrelerinin ergenlikte tamamlandığı bilinmektedir.
Ancak, yetişkinin düşüncesi ergenin düşüncesinden bir çok açıdan
farklı görünmektedir. Yetişkin düşüncesinin daha az kendine dönük,
daha akılcı, daha pratik olduğu kabul edilir. Bu değişikliğin kaynağı
nedir? Yetişkinlikte ortaya çıkan bilişsel örüntülerin bireyin yetişkin
yaşamında üstlendiği sorumlulukların ve bağlantıların sonucu
olduğu düşünülmektedir. Bu görüş özellikle K. Warner Schaie (1982)
tarafından savunulmaktadır. Schaie yetişkin bilişinde toplumsal vurgulara
ve bağlantılara denk düşen dört evrenin varlığından söz etmektedir
(Tablo 12).

Tablo 12

Schaie’ye Göre BiliÅŸsel GeliÅŸim Evreleri

Çocukluk ve ergenlik:

Kazanım (Piaget’in dört evresi)

Genç yetişkinlik:

Başarma (amaca yönelik öğrenme)

Orta YetiÅŸkinlik:

Sorumlu (başkalarına ilgi)

Yapıcı (toplumsal sisteme ilgi)

Ä°leri yetiÅŸkinlik:

Yeniden bütünleştirici (bilgelik)

Kaynak: Aktaran K.S. Berger, 1988

Warner Schaie’nin yetiÅŸkin zekasına yaklaşımı biliÅŸ ile geliÅŸim
görevleri arasında bağlantı kurmaktadır. Bu kuramda yetişkinlikten
önceki bilişsel değişimler gitgide daha etkili olan yeni bilgi edinme
yollarını yansıtır; yetişkinlik sırasındaki değişimler ise bilgiyi
kullanmadaki farklı yolları yansıtır. Bu nedenle Schaie’ye göre çocukluk ve
ergenlik tek bir evrede yer alır: Kazanım evresi (acquisitive stage). Bu
evrede genç insanlar yeni beceriler öğrenmeye ve bilgi biriktirmeye
çalışırlar. Genç yetişkinlikte ikinci evre gelişir: Başarma evresi
(achieving stage). Bu evre yıllar içinde toplanmış bilginin uygulanması
evresidir. Genç yetişkinler bilgilerini hem mesleki amaçları doğrultusunda,
hem de özel yaşamlarında uygulamaya başlarlar. Orta
yetişkinliğin bilişsel evreleri şunlardır: Sorumlu evre (responsible
stage) ve yapıcı evre (executive stage). Bu iki evre zekayı toplumsal
olarak sorumlu biçimde uygulama özelliğini getirir. Sorumlu evrede
kişiler aile üyelerine ve birlikte çalıştıkları insanlara karşı
yükümlülüklerini tanırlar; yapıcı evrede ise sorumluluk aileden ve iş
çevresinden topluma doğru genişler. İleri yetişkinlikte yeniden
bütünleştirici evre (reintegrative stage) gelir. İleri yaşlardaki yetişkinler
meslek, aile, toplum ya da ulus sorunlarına yönelmek yerine tek bir alana
odaklanırlar. Aşağıda ayrıntıları açıklanan bu evrelerden geçişi belirleyen
nokta, yaş değil gelişim görevleridir.

Schaie, bilişsel açıdan çocukluğun ve ergenliğin bir kazanım evresi
oluşturduğuna inanmaktadır; bu evrede bilgi kazanılmakta ve sorun
çözme teknikleri öğrenilmektedir, bunların genç kişinin yaşamındaki
güncel önemine çok az bakılmaktadır. Genç insan bir konuyu
“öğrenmek için öğrenir”. Yirmili yılların baÅŸlarında bilginin bir ayırım
gözetmeden kazanılması evresi aşılır ve baÅŸarma evresi’ne girilir; bu
evrede kiÅŸi bilgiyi kendini dünyaya yerleÅŸtirmek için “kullanır”. Orta
yetişkinlikte bir sorumlu evre gelir; bu üçüncü evrede kişisel amaçların
ailesel amaçlara uygunluğu sağlanır; artık zengin ve güçlü olmak,
iyi yetişmiş, mutlu çocukları olmak kadar önemli görünmez. Yine bu
evrede bazı yetişkinler yapıcı evre denilen yeni bir özel evreye
girebilirler: Bu evredeki kiÅŸi geniÅŸ toplumsal sistemle ilgilidir. Firma,
okul ya da kent yöneticisi olarak aldığı yükümlülükler sorumlu evredeki
kişininkinden çok daha fazla ve derindir. İleri yetişkinlikte yeniden
bütünleştirici evre gelir, burada yaşama bir bütün olarak anlam vermek
söz konusudur. Bu evrede kişi, içe doğru dönerek kendi yaşamı
üzerine ya da dışa doğru dönerek evren üzerine odaklanır.

Schaie’nin yetiÅŸkin düşüncesi betimlemesi genç insanın somut ya
da soyut işlemsel düşüncesini aşan özellikler taşımaktadır. Günümüzde,
soyut-sonrası düşünme (postformal thinking) diye adlandırılan
bir düşünce yapısının varlığı tartışılmaktadır. Kimi kuramcılar bu
düşünme biçimini yeni bir evre olarak görmektedirler. Kimileri de
bunu Piagetci anlamda bir evre olarak kabul etmemektedirler. Çünkü
bu evre yaşa dayalı değildir, evrensel değildir, önceki evreden tümüyle
farklı değildir. Onlara göre soyut-sonrası düşünceyi düşüncenin bir
üslubu olarak görmek daha doğru olur; bu düşünce üslubu bir insanın
yaşam deneyimlerinin karmaşıklığıyla, eğitimin derecesiyle ilişkili
olabilir. Bütün bu eleştirilere karşın, burada bu yeni yaklaşıma kısaca
yer vermekte yarar görüyoruz. Bu yaklaşıma göre Piaget’in geleneksel
kuramı yüksek düzeyde bilişsel yeteneğe sahip ayrıksı kişileri dikkate
almamaktadır; bunun nedeni de, Piaget’in öncelikle çocukluktaki ve
ilk ergenlikteki düşünme süreçleriyle ilgilenmesidir. Patricia Arlin
(1975) yeni ve daha ileri bir evre olarak soyut-sonrası işlemlerin var
olup olmadığını araÅŸtırdı. Arlin’e göre bir evre “üretici sorular” sorarak
yeni çözümler geliÅŸtirme evresidir. Arlin’in niyeti Piaget’in kuramını
reddetmek değil, yeni bir evre katarak bu kuramı genişletmektedir.
Arlin’e göre Piaget’in soyut iÅŸlem dönemi kiÅŸiden bir sorunu çözmesini
istemektedir; oysa yeni bir sorun bulmak ya da yeni sorular keÅŸfetmek
de biliÅŸsel açıdan önemlidir. Arlin’in “soru bulma evresi” olarak
adlandırdığı beşinci evre yetişkinin zihin yapısında yaratıcı düşünme,
yeni sorular görme, yeni keşifler yapma evresidir.

Günümüzde zeka konusunda gereksinme duyulan bütünleştirici
bir model Marion Perlmutter tarafından ortaya atılmıştır. Zekanın üç
ayrı düzeyinin birleştirildiği bu yaklaşıma Perlmutter üç katlı model
(three-tier model) adını vermekedir (bk. Tablo 13). Bu modelde birinci
kat “iÅŸleme” (processing), ikinci kat “bilme” (knoving), üçüncü kat
“düşünme”dir (thinking). Piaget’in kuramı üçüncü kat üzerinde odaklaÅŸtığı
halde, faktör analizine dayanan yaklaşımlar ilk iki kat üzerinde
yoğunlaşırlar. Birinci kat işlev görmeye doğumda başlar, ikinci kat çocukluk
sırasında ortaya çıkar, üçüncü kat daha sonra belirir ve yetişkinlik
boyunca gelişimini sürdürür. Her yeni kat eklendikçe sistem
daha güçlü ve etkili olur. Ayrıca bu model zekada yetişkinlik boyunca
ortaya çıkan değişimleri daha iyi anlamamızı da sağlamaktadır. Biyolojik
temelli olan birinci kattaki işlemler yaşamın ileri yıllarında ya
bozulan sağlık ya da biyolojik yaşlanma nedeniyle bozulabilir. Psikolojik
temelli olan ikinci ve üçüncü katlar ise yaşlanmadan pek etkilenmezler.
Çünkü akıcı zekanın temelini oluşturan biliş mekanizmaları
ileri yetişkinlikte, çocukluk, ergenlik ve genç yetişkinliktekinden çok
daha az önemli olmaktadır.

Tablo 13

Üç Katlı Biliş Modeli

Kat Ä°

(Mekanik beceriler)

Temel mekanizmalar;
birincil zihinsel iÅŸlevler;
akıcı yetenekler

Kat Ä°Ä°

(Birikimli beceriler)

Sözcük bilgisi; birikimli yetenekler

Kat Ä°Ä°Ä°

(BileÅŸimli beceriler)

Mantıksal-matematiksel yapılar; stratejiler; yüksek zihin işlevleri

Kaynak: Perlmutter, 1989. Aktaran Perlmutter ve Hall, 1992.

Açıklama: Mekanik beceriler = mechanized skills, birikimli
yetenekler = crystallized abilities, birikimli beceriler = crystallized
skills, bileşimli beceriler = synthesized skills, akıcı yetenekler
= fluid abilities karşılığıdır (B.O.).

Perlmutter’e göre Kat Ä° (iÅŸleme), dikkat, algı hızı, bellek ve akılyürütme
gibi temel biliÅŸsel süreçlerden oluÅŸur (Baltes’in mekanik zekası);
bunlar aynı zamanda akıcı zekayı yaratan yeteneklerdir. Bu katta
bebeklikte ve ilk çocuklukta gelişim olur, daha sonra bilişsel süreçlerde
kararlılık görülür. Kat İİ (bilme) dünyaya ilişkin bilginin birikmesinden
oluÅŸur (Baltes’in pragmatik zekası). Bilme dış deneyimlerle
gelişir ve uyum göstermeye olanak veren temel bilgiyi sağlar; bunlar
aynı zamanda birikimli zekayı yaratan yeteneklerdir. Bu kat dışsal
deneyimlere bağlı olarak yaşam boyunca gelişir (kimi yazarlar, orta ve
ileri yetişkinlikte yavaşlamasına karşın, bu kattaki gelişimi yetişkin
zekasının başat özelliği sayarlar). Kat İİİ (düşünme) yalnızca üstbilişin
ortaya çıkmasından sonra gelişir. Bu kat bilgiyle uğraşma stratejilerinden
ve yüksek düzeyde uyum göstermeye olanak veren yüksek
zihinsel iÅŸlevlerden oluÅŸur. Bu kat Piaget’in soyut iÅŸlemlerinin özelliÄŸi
olan mantıksal-matematiksel düşünceyi, aynı zamanda G. Labouvie-Viefin
önerdiği soyut-sonrası düşünceyi içerir (Perlmutter ve Hall, 1992).

Piaget’in biliÅŸsel geliÅŸim evreleri soyut düşünce ile son bulmaktadır:
Soyut işlem evresinde kişi varsayımlı-tümdengelimli akıl yürütmeyi
başarabilmektedir. Ancak bu evreye ulaşabilmesi için ergenin olgunlaşması
ve eğitim deneyimini tamamlaması gerekmektedir. Soyut
düşünme yeteneği ortaya çıktıktan sonra kişi mantıksal kanıtlar üzerinde
düşünebilir ve mantık süreçlerini çeşitli sorunlara (özellikle matematik
ve fizik ilkelerini içeren problemlere) uygulayabilir. Soyut
düşünme yeteneği tam anlamıyla geliştiğinde kişiyi mantıksal ilişkileri
kurmaya, belirli bir mantıksal sistemin bütün varsayımlı olasılıklarını
görmeye yetenekli kılar. Ancak bu noktada önemli bazı sorular
ortaya çıkmaktadır. Yetişkinlerin gündelik yaşamlarında kullandıkları
düşünce türü bu mudur? Bununla gerçek yaşam sorunları çözülebilir
mi? Soyut düşünce kapalı bir sistemdeki sorunları çözebilir- Böyle bir
sistemde bütün değişkenler arasındaki ilişkiler önce tek tek, sonra bir
bütün içinde ele alınıp çözümlenebilir- Oysa yetişkin yaşamının gündelik
sorunlarının çoğu açık sistemlerin (aile, iş, arkadaşlar, toplum)
birbiri içine girmiş çok yünlülüğü içinde ortaya çıkar. Kapalı sistemde
tek, kesin bir doğruya ulaşıldığı halde, açık sistemlerde bulanık, kısmi
doğrular, çoğu bilinmeyen sayısız değişkenler söz konusudur. Kimi
araştırmacılara göre soyut düşünce açık sistemlerle başetme konusunda
çok soyut ve katı kalmaktadır; böylece soyut düşüncenin ötesinde
dinamik bir düşünce türü saptamanın gereği ortaya çıkmaktadır. Soyut-sonrası
düşünce soyut düşünceden daha az soyut (abstract), daha
az mutlaktır; yaşamın bağdaştırılamayacak yönlerine uyum sağlayabilir,
diyalektiktir, bir düşüncenin ya da durumun çelişik ögelerini daha
kavranılır bir bütün içinde bağdaştırmaya elverişlidir.

G. Labouvie-Viefe (1985) göre, geleneksel olgun düşünce modelleri
nesnel, mantıksal düşünceyi vurgulamakta, buna karşılık öznel
duygulara ve kişisel yaşantıya daha az önem vermektedirler. Oysa
gerçek olgun, uyumlu düşünce, soyut, nesnel düşünme biçimleri ile
duruma duyarlılıktan doğan öznel, anlatımcı biçimler arasındaki etkileşimi
içerir. Yetişkinin bu bileşimi gerçekleştiren düşünce biçimine
uyumsal düşünce (adaptive thought) adı verilmektedir.

Kimi kuramcılar da biliÅŸin en ileri biçimi olarak diyalektik düşünce’yi
(dialectical thought) önermektedirler. Felsefi bir kavram olarak
diyalektik sözcüğü her düşüncenin, her doğrunun karşıtını da içerdiği
ilkesine dayanmaktadır. Her fikir ya da tez, karşı fikri ya da antitezi
de içerir. Diyalektik düşünce, bir fikrin iki kutbunu da aynı anda
düşünmeyi ve sonra bunları bir bileşim içinde birleştirmeyi, böylece
özgün düşünce ile onun karşıtını bütünleştirmeyi sağlar. Dünyada yaşanan
sistemler kapalı olmaktan çok açık oldukları ve sürekli değişimler
kaçınılmaz olduğu için diyalektik süreç de süreklidir. Gündelik yaşamda
diyalektik düşünce bir insanın inançlarının ve yaşantılarının,
karşılaştığı bütün çelişkilerle ve bağdaşmazlıklarla sürekli bütünleşmesi
demektir. M. Basseches (1984) diyalektik düşünce araştırmasında
deneklere “eÄŸitimin özü nedir?” gibi düşünceyi kışkırtıcı sorular
sormakta, sonra yanıtları diyalektik düşüncenin yirmi dört temel özelliğine
göre puanlamaktadır. Hem yaşam deneyimleri hem de eğitim
diyalektik düşüncenin ilerlemesini teşvik etmekte, ama ikisi de gelişmesini
garanti edememektedir. Gerçekte, uyumsal düşünce ve diyalektik
düşünce normatif olmaktan çok ideal olarak görülmesi gereken
düşünce biçimleridir. İnsanların çoğu soyut-sonrası düşünceyi hiçbir
zaman kullanamayacağı gibi, çoğu da düzensiz olarak ya da yalnızca
özel alanlarda kullanabilecektir. (K.S. Berger, 1988)

Zihin gelişiminde soyut işlem yeteneği kişiyi yetişkinlerin dünyasına
girmeye hazırlayan en önemli etkendir. Ancak soyut işlem yeteneği
gelişirken bireyin kişilik yapısını da geliştiğini unutmamak
gerekir; bu bağlamda, kişinin kendini algılayışından ahlak anlayışına
kadar pek çok şey de değişmektedir. Yetişkinlikte, hem çocukluğun
tümevarımcı usavurma (inductive reasoning) biçimi, hem de ergenlikten
itibaren kazanılan tümdengelimci usavurma (deductive reasoning)
biçimi kullanılır. Ama bütün yetişkinlerin soyut işlemlere tam anlamıyla
ulaşamadıkları da bir gerçektir. Başka bir deyişle, en gelişmiş
toplumlarda bile bireylerin hepsinin soyut düşüncenin en ileri düzeylerine
ulaşamadıkları görülmektedir. Bunun temel nedeni, belki bireyin
toplum tarafından yeterince uyarılmaması, toplumdan yabancılaşma
nedeniyle bu düşünme biçiminden isteyerek ya da istemeyerek
uzaklaşmasıdır. Öte yandan, özellikle günümüzde yoğun çevre sorunları
kimi bireyleri kent ve sanayi yaşamından uzaklaştırırken, doğal ve
somut olana yaklaşma bağlamında, soyut düşünme biçimlerinden de
kaçmaya yol açabilmektedir.

%d blogcu bunu beÄŸendi: